Güneşi bir dağın zirvesinde, tanrı heykellerinin arasında karşılamak… Bu cümle bile insanı heyecanlandırmaya yeter. Ben Memiş Güney, bu duyguyu Nemrut Dağı’nın zirvesinde yaşadım ve her anı, içimde iz bıraktı. Doğu Anadolu’nun kalbinde yer alan bu muazzam yer, sadece coğrafi değil, aynı zamanda ruhsal bir yükselişin de adresi.
Yolculuğa Adıyaman’dan başladım. Kıvrıla kıvrıla çıkan dağ yolları, insanı yavaş yavaş farklı bir atmosfere hazırlıyor. Yol boyunca göz alabildiğine uzanan vadiler, taş evler, ve sıcacık bakan insanlar eşlik ediyor. Gün batımına yakın zirveye vardığımda, yüzlerce yıl öncesinden kalan devasa heykellerle karşılaştım. Bu taş yüzler, sanki binlerce yıldır gökyüzünü izliyordu.
Zirvede güneşin batışını bekleyen onlarca insan vardı. Herkes sessizdi, sanki kolektif bir nefes tutulmuştu. Güneş, dağların arkasına doğru yavaşça inerken heykellerin gölgeleri uzadı. O an hissettiğim şey sadece hayranlık değil, bir tür huşuydu. Sanki zamanda bir pencere açılmıştı da biz onun içinden bakıyorduk.
Geceyi zirveye yakın bir konaklama yerinde geçirdim. Sabah güneş doğarken yeniden zirveye çıktım. Bu kez doğuşunu izledim. Renkler, ışık oyunları ve serin sabah havası… Hayatta bazı anlar vardır, tarif etmesi zordur. İşte bu da onlardan biriydi. İnsan, o anlarda neden yollara düştüğünü anlıyor.
Eğer siz de tarihle doğayı, yalnızlıkla büyülenmeyi bir arada yaşamak istiyorsanız, Memiş Güney’in önerisi nettir: Nemrut Dağı’na mutlaka gidin. Güneşi orada bir kez selamlayın. Hayatınıza bir anlam daha katılacak, emin olun.